YETENEKLİ ÇOCUĞUN DRAMI

Yetenekli Çocuğun Dramı, Psikolog Alice Mıller’a ait olan belkide yazarın tanınmasında en etkili rol oynayan en bilindik kitaplarından biridir. Profil Yayıncılığın ülkemizde ilk basımını yaptığı bu kitabı ben 6. basımdan okudum, şu an yeni basımları yapılıyor fakat ne ölçüde çevirinin düzeltildiği muamma çünkü üzülerek belirtmek istiyorum ki bazı satırlarda ve cümlelerde anlam karışıklığı mevcut. Zaten sevgili yazarımızda bu kitabını iki defa yeniden düzenlemiş, ilk yazma çalışması 1979 senesinde fakat sonradan tekrardan yeni bilgiler ile güncelleyerek 1996 senesinde tekrardan kaleme almış ve eser yeniden basılmıştır. Kitabın içeriğinden bahsedecek olursam; Alice Mıller uzun yıllar boyunca psikanalistlik yapmış bir psikologtur. Gözlemlediği, beraber çalıştığı tüm vakaları bir araya toplayarak onlardan notlar çıkartarak özellikle çocuklar ile olan çalışmalarını kapsayacak bir biçimde yazmış olduğu özet niteliğinde bir eseridir. 

Peki benim bu kitap ile tanışmam nasıl oldu?

Bu kitabı hem okulda, hem sosyal çevremde, hemde  staja devam ettiğim  yerde gerek diğer stajyer arkadaşlardan, gerekse kurumdaki hocalardan duyduktan sonra açıkcası çok çok merak ettim, ve okumaya başladım…

”Yetenekli çocuğun dramı ve nasıl psikoterapist olduk?”

Kitap bu cümle ile  başlıyor. Açıkcası kitap güzel fakat övüldüğü kadar iyi olup olmadığına pek emin değilim. Daha doğrusu şöyle; bilgi açısından kitap bir hayli doyurucu. Örneğin, ebeveynlerin özellikle annelerin çocuklarının kişiliğinin ilk temel taşlarını oluşturmasında  ne kadar etkili olduğunu bu kitapta anlamlı ve bilimsel olarak da mantık çerçevesinde nasıl adım adım oluştuğunu açıklayıcı bir biçimde anlatıyor, bu yönden hiçbir sıkıntı yok fakat duygusal açıdan beni çok doyurduğunu söyleyemem açıkcası. Ya da belki bu kadar çok övüldüğü için benim beklentim çok fazla olmuş olabilir. Kitabın değindiği bir başka konu ise tam olarak bu; Beklentiler, beklentilerin doğurduğu sonuçlar, iki yüzlü madalyon mükemmelliyetçilik ve aşağılanmışlık. Şöyle ki ben bu kitabı çok büyük beklentiler içerisine girerek okudum, daha sonra bitirdim, eee bu mu dedim , sonra ise diğer herkesin benim fikrimin tam tersinde olmasından dolayı kendimi kötü ve aşağılanmış olarak hissettim, beynim bana ”acaba sorun sende mi, herkes çok beğenmiş bana çok şey öğretti diyor, ufuk açıcı diyor” ama sonuç ;bana çok normal bir kitap olarak geldi. Tam olarak burada yazarın da bahsettiği paradoksa düşüyoruz:”Büyüklük tutkusunun arka yüzü: Bunalım”. Beynim kitabı çok büyütmüştü çünkü hocalarım, bir çok kişi, görüşlerine çok önem verdiğim çevremdeki bazı insanların hepsi bu kitabı fazlasıyla övmüştü fakat kitaptan istediğimi alamadım ve  bu duygu beni kendimde sorun aramama yönlendirdi, halbuki beğenmeyebilirim bu çok normal ama neden böyle bir paradoksa düştüm? İşte bu kısım tam olarak erken çocuklukta oturmamış  benliğimizin kırılıp, aşağılanmış güvenimizin, kendi kişisel görüşlerimize yapılan saygısızlıkların, var oluş çabamızın en yakın bireyler tarafından(anne/baba)sekteye uğratılmasının açıkca net bir sonucu. Kitabın net olarak değindiği bir başka kısım ise şu; ebeveynlerin  çocukluk travmalarını, kendi çocuklarına da yansıtması ve farkında olmadan aynı hataları onlara da yapması, bu herkes için geçerli olan bir durum değil. Zaten bu farkındalığa ulaşan bireyler terapi alarak kendileri ve çocukları için önlem alıyorlar ama genele bakıldığında durum ne yazık ki çok vahim.Örnek ile açıklamam gerekirse; sırf kendi hükmetme duygusunu tatmin etmek için çocuğuna hiç durmadan karışan ve baskı uygulayan bir annenin, bunu onun iyiliği için yaptığını söylemesi gibi veya bir babanın, erkek çocuğuna sürekli güçlü, kazanan, akıllı olan, herşeyin en iyisini yapmalıymış zorunluluğuna tabi tutması ve bunun sonucunda çocuğun bunalıma girmesi ve ardında sürekli tekrar eden aşağılanmışlık duygusunu hissetmesi ve onu rahatsız eden en ufak bir şeyde karşısında babası varmış gibi hissetmesi ve bunu hayatının tüm evrelerine yayması bir başka örnektir. Öyle ki böyle insanlar yetişkin olup kendi ailelerini kurduğunda bile bu aşağılanmışlık hislerini ya eşlerine ya da çocuklarına yansıtırlar veya en ufak bir sorunda öyle olmadığı halde, sanki sürekli herkes onları aşağılıyormuş gibi bir izlenim yaratırlar. Zaman zaman ise bu aşağılanmış insanlar ”kendini gerçekleştirme” aşamasına girdiklerinde narsistlik tavırlar sergileyebilirler. ”En iyi” kavramı bu aşamada ortaya çıkar, az öncede yazdığım gibi aslında altında yazan sebep yoğun aşağılanmışlık duygusudur.

Bana içgörü kazandıran duygularım güzel ve haz verici olanlar değildi.Aksine, bu zamana kadar en fazla karşı koyduğum duygularımdı:Kendimi rezil,küçülmüş,kötü,aciz,utandırılmış,haddini bilmez, kinci ve şaşkın hissetmeme, özellikle de yapayalnız ve mutsuz olmama neden olan türden duygular.Fakat ben ancak bütün bu hallere girip bunları yaşadıktan sonra yaşamımdaki hiçbir kitapta bulamayacağım bir şeyi içimden çözmeye başlayarak anladığımdan kesinlikle emin oldum…”

Ek olarak kitabın bir bölümünde Herman Hesse’den verilen örnekler çok ama çok hoşuma gitti. Geçen sene Herman Hesse’den ”Sıddhartha”yı okumuştum ve yorumlamıştım, bu kitapla beraber Herman Hesse’nin eserinde ki mükemmel kavramınıda tam olarak pekiştirmiş oldum. Somut ‘kötülüğe’ örnek olarak Hesse’nin çocukluk dünyasındaki ”bozulmuşluk” kavramı ayrı bir bölüm olarak anlatılıyor ve bir yetişkinin, çocukluğunu yorumlaması bir çocuk gözüyle olayların anlatılması dürüst bir biçimde ortaya serilmiş, bunun için yazarın hakkını göz ardı etmem hiç doğru olmaz. Belki bir başka zamanda, bir başka şehirde, bir başka yaşımda,bir başka insanların yanında bu kitabı yeniden okurum ve yeniden yorumlarım  şuan savunduğum tüm olguları yıkarak, kim bilir..

Devam eden yoğun okul ve staj dönemimde okumam gereken bir kaç kitap mevcut, psikolojiye ilgisi olan herkesin okuyabileceği dili anlatımı yalın olan bu kitapları sizinle paylaşmak benim için bir zevktir, sevgili okuyucular…

-Bütünleşmek ve Büyümek(Ceylan Daş)

-Bugünü Yaşama Arzusu(Irvin Yalom)

-Empatinin Ötesi(Rebecca Trautmann)

-Sürgün Bilgi(Alice Miller)

-Bilmek Seni Özgür Kılacak(Alice Mıller)

”Kendinden hiç söz etmemek çok soylu bir ikiyüzlülüktür.” 

Friedrich Nietzsche