Mot Ya Da Motto

Muş gibi yapamıyorum, büsbütün samimiyetsizliğe tahammülüm yok. Abartıyı, şatafatı, gösterişi anlamlandıramıyorum; Bi kalemde çizilenler hanesi bu sebeple artıyor. Kalabalık yerin derdi izdiham olurmuş. Adına yaşamak demişsiniz ama netice aşık atmak olmuş. Yeniye isteksiz, modaya yabancı, tüketimin hızlılığına alerjik bir bünyeye sahibim. Ben ki ömür denilen nimeti, bu bayağılıkta harcamamak için kabuğuma çekildim. Şimdi zamanın kenarına bir dal uzatabilseydim, o dalda konaklayan bir Çalıkuşu olmaya razıyım. Elim kolum çiçeğe toprağa değsin de raflarda bir paket huzur arıyor olmayayım. Yoksa zor geliyor, fidan dikmemiş olanın oksijen israfını izlemek. İğreti geliyor bazen, her nefes alanın kemiksiz konuşması. Bundandır, iki kulak bir ağız mantığını sıfır matematiğimle anlıyor oluşum.

Bedenim Fikret’in anlattığı İstanbul’da oturuyor. Aralayamıyorum sis dolu insan kalabalığını. Süslü püslü olma zorunluluğunda bilek burkulan yolları, bencillik dolu gündemde kalma arzunuzu aşamıyorum. Karnı doyulmamış sohbet edilemeyecek mekânlarda poz verme ihtiyacının, bir maaşa bedel olmasını… Edilecek iki sohbete karışmış farklı dil özentiliğinin karmaşasını… Saatlerce birbirini öven markalaşmış insan kafasını… Mümkünlüğü olsa alnıma işleyeceğim neon halli: “Övme beni kardeşim, övme” yazısını.

Oysa ruhum emeklilik yaşındaki bir köyde saklı. İmece denen sistemde gayet mutlu yaşantılı. Tan vaktinde bağına inmiş günlerini pekmez yapar gibi geçiriyor. Gurup vaktinde yorgun düşmüş halini soba başında dinlendiriyor. Elbet bağından çıkıp kahve içtiği zamanlar, allanıp pullandığı günleri de var. Fakat bunun bedelini dolgun maaşa ya da karın açlığına bırakmamakta. Yalnız sevdiklerine iyi ki doğdun demekte mesela, haz etmediğiyle arasına gayet tel örgüler çekebilmekte. Mecbur değil ayıp olmasındaki kişinin, fotoğrafını görüp beğenmeye. Mecbur değil boya sürünüp kilometreler aşıp işe gitmeye. Rahatlığına sarılıp yarınlarını çapalayabilmekte. Yorgun bir savaşçı fakat özgürlüğüne emek verebilmekte. Yine de bir Hollandalı izinde yaşıyorum hayatımı. Kesilen kulağı bir kalem edasında oynatıyorum gecelere. Yazı yazmak bu noktada sağırlaştırıyor etrafımdaki negatiflikleri. Muhtaç olduğum teneffüs sirayetini, mürekkebin ucunda buluyorum. Ruh ve bedeni birleştirdiğim köprü işte tam burası; Tertemiz sayfaların nokta kalmayacak kadar karalanması.

Tek yakışıksızlığım şu hayata: Tiryaki olmayanın sigara tutuşundaki sırıtmadır. Derdim birkaç şiir yazmak ve bir iki bardak kahve içmek kadar yer kaplıyor. Bunun dışında amacım plaza nefesli hayatınıza dâhil olmak değil. Yirmi altı senelik ömre amacım bu olsaydı, bir yerden nakış tuttururduk sizinle. Ben manzarayı tepelere çıktığım çiçek kokularıyla izlemekteyim. Gökdelenlerden indiğiniz bir vakit olursa umarım sizinle karşılaşabilirim.