
Elimden bir şey gelmiyor elemden başka.
Vuslat demini vurmuşum çoktan kışa,
Sanki bir meyhanede viraneyim.
Ayrılığı öter olmuş kuşlar başımda,
Suskunluk öldürüyor beni.
Vicdanımsa gece oluyor gündüzlerime,
Bir gözyaşı dahi akıtamadım oysa
Vurdum çektim sineme.
Dokunmayı unuttuğum kalbim,
Savaş sonrası harap kentler gibi.
Göç ediyorum şimdi o harap olmuş kalpten;
Nereye varacağımı bilmeden yolum açık olsun diye diye,
Kaçıyorum herkesten önce kendimden.
Yorgun kentlerin gecesiyim ben, gündüzleri huysuz bir ihtiyarım.
Yanıma yaklaşsan bombalanmış limanlardan yok bir farkım.
Üstüm başım elem benim;
Yangınlarla savaş veremezsin,
Yüreğini yakarım.
Gittiğim yerler ırak, susuz ve mevsimsiz.
Ben çoktan unuttum baharları,
O yüzden çıplak hep dallarım.
Şimdi o virane kentte bir kuş dahi uçmaz,
Zaten dökülen yapraklar gibi soldu saçlarım.
Sussam konuşur uzaktan, kırılmış kanatlarım.
Gidişim trenlerin arka vagonlarında hapsolmuş,
Bana bu topraklar çorak olmuş,
Ben ancak bu virane yerde sabahlarım.
Gitmek…
Nereye savurur bunca elemi kederi?
Ruhunu deler de insanın, bulamaz insan kaçacak yeri.
Dağlar denizler aşılsa ne fayda söndüremeyince içindeki o alevi?
Ormanlar gibi yanarken yürek,
Nereye ayak basabilir ki insan?
Varsın doğmasın güneş,
Bir mehtap ışığında da aydınlanır gece.
Gitmek isteyene yer çok da içini alıp dökemiyor insan önüne.
Solduruyor sonbahar her yeri,
Bu nasıl bir ıstırapsa kalan da yanıyor giden de.
Bir hikâye yahut bir efsane şimdi anılar.
Ve yıllar geçse diyorsun,
Geçecek.
Sönecek elbet bu ruhun cehennemvari elemi.
Yanlış yapsan da yalnızlığa gömülüyorsun nihayetinde,
Savuramayınca üzerinden o günah keçisi damgasını
Karabasan olup çöküyor üzerine gecelerce.
Istıraplara soyunup durur sonra ruhun suskun yorgunluğu.
Ama gitmek…
Gitmek de gerekir.
Ait olmadığını bildiğin topraklarda değil çiçek açmak,
Fidan dahi veremezsin.
O cahilliğe kanıp bir gün ardında bıraktıklarınla
Sırtında bir kambur varmışçasına
Çeker gidersin…