Gerçek Olan İnsanlar Olsa

Yeni başladığı bir hikayenin sonunu okuyup rafa kaldıracak, doldurduğu bir bardak suyu bitiremeyecek ve hatta pişirdiği yemekten bir çatal alıp bırakacak kadar hayattan sıkılmıştı. Doğan güneşe merhaba demez, biten güne de teşekkür etmezdi. İşten eve geldiğinde, üstünü bile değiştirmeden saatlerce koridorda otururdu. Dinlendiğini zannederdi fakat kendini hep daha çok yorgun hissederdi. Aslında, bunun ne kendisiyle ne de hayatla ilgisi vardı. O bu çağın sahteliğine ayak uyduramadığı için böyleydi.
Peki nedir bu bahsettiğimiz sahtelik? Bu sahtelikten doğan yorgunluk ve sıkkınlık hali?
Kendimizi sık sık kalabalıktan kaçarken buluruz. En sevdiklerimizden bile saklandığımız anlar olur. Tam da bu anlarda, sosyal medyadaki sahte insanların yarattığı evren bizi içine çeker. Var olmanın yükünü bu şekilde hafiflettiğimizi sanarak, kendimizi kandırırız. Yanımızdaki en yakın arkadaşımız olsa bile susarız. Yataktan kalkmak istemeyiz bazen, güne başlamak zor gelir. Oysaki, öncesinde saatlerce uyumuşuzdur. Fiziksel bir yorgunluğumuz olmasa bile günü yaşamak istemeyiz. Bunların hepsi tek bir kapıya çıkıyor benim için.
Sahte hallerimizin yorgunluğu.
Şöyle bir beş sene öncesine dönelim. Enerjiniz, sesiniz, kahkahanız, oturuşunuz, hevesiniz, mimikleriniz ve siz nasıldınız? Zorlanıyor muydunuz gülerken? Muhtaç ya da mecbur hissediyor muydunuz kendinizi, iki güzel iltifata? Hiç istemeden içtiğiniz kahveler, ayıp olmasın diye gittiğiniz davetler, belki bir gün işime yarar odaklı kazandığınız arkadaşlıklar, size para getirmesini umduğunuz ve bunu güzel bir yemekle kutladığınız beş para etmez sohbetler. Bu beş sene içerisinde, her yetişkin gibi bunları biriktirdiyseniz eğer  ve yorgunsanız biraz da açıkçası bu kadar az senede, yaşlanmış olamazsınız. Bu yaşlılık yorgunluğu değil. Üstelik, hayatından sahteliği uzak tutmuş insanların ileriki yaşlarda gençlerden daha mutlu olduklarını görüyoruz. Bugün dünyada, intihar vakasının en sık görüldüğü dönem 15 ila 24 yaş aralığıdır. Bu bilgide bu durumu kanıtlar nitelikte sanki.
Kocaman bir masa hayal edin. Bu masanın etrafında toplanmış insanları düşünün. Kimler var? Kimleri istiyorsunuz? Aklınıza gelen insanları, kaybetmeyin. Hala vaktiniz varken, o insanları çağırın ve onlara ciddi manada hayatlarının nasıl gittiğini sorun. Onlarında size bu soruyu yönelttiğini göreceksiniz. Dostoyevski, bir romanında ”Her şey, insanın içinde yaşadığı ortama, şartlara bağlıdır. Her şeyi belirleyen çevredir. İnsansa bir hiçtir.” Demiştir. Siz ne kadar gerçekseniz, çevreniz de o kadar gerçek olacaktır. İşte o zaman, orada parlayacak ve yaşadığınızı hissedeceksiniz.
Yaşadığımız bu hayat sahte olsa bile, içinde biz gerçek olalım. Gerçek anların peşine düşelim. O kadar gerçek olsunlar ki bir kahvenin, yağan yağmurun, bastığımız toprağın kokusu veya kulağımıza gelen müziğin sesi bizi bu anlara götürsün. Tıpkı çocukluğunuz gibi.
Hepimize, çocukluğumuz kadar saf ve güzel anlar diliyorum.