Değişik bir çağdı… Tüm değer yargılarının alt üst olduğu, doğruyla yanlışın ayrımının yapılamadığı belki de en ilginç dönemlerden biriydi. Her şey, sanki bir anda değişmişti. Bakışlar, konuşmalar, dokunuşlar farklılaşmıştı. Bu farklılaşmanın neden, nasıl ve hangi ara gerçekleştiği bilinmese de, kesin olan bir şey vardı ki, o da bu değişimin çok da tatlı olmadığıydı. Bu tatsızlığın en temel sebebi, en değerli şeylerin bir bir eksilmesiydi.

En başta insanlar benliklerini yitirmişlerdi. Daha doğrusu, hiçbir zaman kendilerini tanıyamamış ve dolayısıyla kendilerini var edememişlerdi. Böylelikle, hayata dair herhangi bir amaç taşımıyorlardı. Yaşamlarındaki tek dert, modanın getirdiği geçici heveslerin peşinden koşmaktı. Yılmadan devam etttirdikleri bu koşunun sonunda, birçok şeyi elde edip, sonsuz ve hayali bir mutluluğa ereceklerine inanıyorlardı. Fakat ne yazık ki, bu kovalamacanın içerisinde oradan oraya sürüklenirken sadece bir şeyleri tüketiyor ve en nihayetinde de kendileri yorgun düşüp biraz daha eksiliyorlardı.

Eksilen şeylerin bir diğeri, iletişimdi. Bireyler, birbirleriyle konuşmayı unutmuşlardı. Karşılıklı olarak oturmayı, gözlerle temas kurmayı bilmiyorlardı. İletişimin anahtar kelimeleri onlar için “yer bildirimleri”, “takip/takipçi istekleri/sayıları” ve “beğeni miktarları”ydı. Sosyal beceriler, artık bu tip rakamlarla ölçülüyordu. Hal böyle olunca belki de insana dair en önemli özelliklerden biri olan “içtenlik” olgusu kaybolmuştu. Araya giren ışıklı ekranlar, kişilerin gözlerini kamaştırmış, kör etmişti. Parmak uçlarıyla kolayca dokunup “like” atarken, sahiden birbirlerine dokunabilmenin verdiği sıcaklık hissine uzunca bir zamandır yabancılaşmışlardı.

Ve sevgi… Yitirilen şeylerin belki de en önemlisi bu olmuştu. Tesadüf değildi. Resmen beklenen bir sonuçtu. Kendini var edemeyen, aralarında konuşup anlaşamayan ve birbirlerini dinlemeye tahammülü kalmamış insanlar, sevemezlerdi. Bu vaziyet, insanoğlunun hayattaki cehennemi demekti. Çünkü, sevginin olmadığı bir yer, emeğin ve üretkenliğin de var olmamasına karşılık geliyordu. Doğan çocuklar, sevimsiz bir menfaatin ürünüydüler. Anne ve babaları, onları imzaladıkları bir kontrat sonrasında dünyaya getirmişlerdi. Sevgisizlik, ayrıca ciddiyetsizlik demekti. Bunun en güzel örneği de okullarda yaşanıyordu. Okul sıralarındaki öğrencilerde ciddiyetsizlik hakimdi. Ailedeki sevgisizlik büyümüş, sınıflara kadar gelmişti. Öğrenciler, hocalarına, okumaya ve yazmaya ilgisizlerdi. Öğrenmeye gayriciddi yaklaşıyorlardı.

***

Değişik bir çağdı…

Kesinlik, son derece tatsızlığındaydı…