DEVİN

”Hiçlik veya Yokluk ise Hiç zamirinin hakim olduğu durumu ifade eder. Felsefi ve teknik olmayan günlük kullanım anlamında, Hiç veya Yok kelimesi varlıktaki bir eksiği ifade eder.”

Zamanın durduğu yerdeydi… Sıfır noktasındaydı. Yaşam ile ölümün eşit derecede söz hakkının bulunduğu araftaydı. Sicim gibi gözyaşları gözlerinden çenesine doğru akarken hıçkırıkları da bir o kadar artıyordu, çığlık atıyordu, bağırıyordu, küfrediyordu, avaz avaz haykırıyordu. Buz gibi rüzgarı yüzünde hissederken, başını gökyüzünü çevirip histerik bir şekilde gülüyordu. Tam şuanda karşı karşıyaydı, elindeki kefeler eşitti, tartıyordu, biçiyordu, uzun zamandır izliyordu, hangisi daha ağır basacaktı onun için. Bir kere daha başını boynu kopacak şekilde geriye atıp hissetti, hissetmeye ihtiyacı vardı. Bu kadar yalnızken artık bir şeyleri hissetmeye ihtiyacı vardı, rüzgar belki daha şiddetli esse, saçları belki daha şiddetli savrulsa belki fark ederdi. Derince bir nefes alıp, geri vermedi. Tuttu tutabildiği kadar…şimdi her şey sessizdi, tam olarak istediği gibi. Çocukluğundan beridir istediği buydu aslında, sessizlik. İçten içe her zaman bütün seslerin kesilip karanlığa karışmasını isterdi, artık uğultu istemiyordu, bütün hayatını gözden geçirirken kendi kendine söz verdi. Neyin sözünü verdiğini bilmiyordu ama yine de veriyordu, zamanı gelince doğru cümlelerle sözünü mühürleyeceğini biliyordu. Bir kalp atışı kadardı belki, belki de senelerdir tutuyordu nefesini, zaman, izafiyet, doğru, yanlış kavramı kalmamıştı artık onun için. Her şey çok anlamsız, her şey çok karmaşıktı, aynı zamanda ”Hiç”di. Tek bir devinim yoktu ne ruhunda, ne bedeninde. Yorulmuştu artık. Yalanlardan yorulmuştu, terk edilmekten yorulmuştu, iki yüzlülükten yorulmuştu, midesi bulanıyordu, her zamanki gibi. Ne zaman insanların arasına karışsa bu oluyordu, bu düzen , bu biçim, bu sahtekarlık sadece daha da öğürmesine sebep oluyordu. Tuttuğu nefesi bir yandan aklındaki düşüncelerle bir araya gelip daha da zorluyordu, ama pes etmek yoktu. Sonuna kadar bu hisle savaşacaktı, zaten hep savaşmamış mıydı? Madem savaş vardı, kazananı neredeydi, kaybedeni bir uçurumun ağzında güneşin doğuşunu beklerken. Düşündü, hayatını beş dakika daha uzatabilirdi, güzel bir şeyler var mı diye biraz daha çabalayabilirdi. Düşündü, baktı sonra biraz daha baktı. Yoktu. Hiç di. Hiçbir zaman yanında kimse olmamıştı, hep yalnızdı, bugünde olduğu gibi. Aklından bir kitap alıntısı geçirdi; ”Yalnız hissetmek ile yalnız olmak farklı şeylerdir.” Hayır onun için aynı şeylerdi. Bu duruma alışmalıydı hatta kendini alıştırmıştı da, güvenme, sevme, bağ kurma…Bu yaşına kadar işe yaradığını düşünüyordu ,ama yaramamıştı. Bir yerlerde çok büyük hatalar vardı, ama ne olduğunu bilemezdi. Hiç kimse hiçbir zaman sessiz çığlıklarını fark etmemişti, anlamamışlardı. Arkadaşları, öğretmenleri, iş arkadaşları, hayatında ki hiç kimse onu birazcık olsun tanımak için hiçbir devinimde bulunmamıştı, hepsi kusma hissini biraz daha kamçılıyordu. Nefreti kaçınılmazdı, en çok da kendisine. Başa dönse iyi bir çocuk olsa acaba her şey daha iyi olur muydu, o zaman severler miydi onu, içten içe kıvranırken, kimse görmezken sessizce yutkunurken, biri gelip elini uzatır mıydı, hiç sanmıyordu. Bütün inançlarını yitirmişken böyle bir şeyin olasılığına dahi inanmıyordu. Artık istemiyordu, zaten bilmiyordu da bu duyguyu, acaba acaba sevgi nasıl bir histi? Sevmek dedikleri kadar iyileştirici miydi, bilmiyordu, öğrenmeye inancı da kalmamıştı. Yolun sonunda, zamanın durduğu yerdeydi, aklından  bir düşünce geçiyordu, seneler önce bir kitapta okumuştu, neden şimdi, neden şuan diye merak etmeden duramadı. ”Derler ki; bir süpernova patlamasında yıldız öyle bir ışık saçar ki içinde bulunduğu gök ada aydınlanır, son nefesinde meydan mı okuyor diye düşünmeden edemezsiniz.” Artık yavaş yavaş ciğerleri isyan ediyordu, yıldız patlaması gibi bir nefesle son defa kustu. Bütün yıpranmışlıklarını, bütün hayal kırıklıklarını, bütün savaşlarını, bütün kayıplarını..Güneş tan yerinde ağarırken başı sert toprağa düştü, mecali kalmamıştı, göz yaşları yavaşça saçlarına doğru süzüldü artık onlar bile tükeniyordu, yok oluyordu. Güçsüz bir sesle son kez fısıldadı; ”Özür dilerim anne, özür dilerim baba, daha çok küçüktüm bilmiyordum…