BOŞLUK

”İlk kural aşık olmayacaksın demişti.” ”Başka kurallar da var ama esas kural bu. Aşık olmak yok. Aşık kalmak yok. Aşk hayalleri kurmak yok. Bu kurala bağlı kalırsan sorun çıkmaz.”Kıvrılan puro dumanının arasından kasırgada köklerinden sökülmüş ağaçların yattığı Central Park’a dikmiştim bakışlarımı. ”Bir daha aşık olacağımı sanmıyorum,”demiştim. Şeytanca sırıtmıştı Hendrich. ”Güzel. Yemek yemeyi, müziği, şampanyayı, ekimde nadir görülen güneşli öğleden sonralarını sevmene izin var elbette. Şelale manzaralarını,eski kitapların kokusunu da sevebilirsin ama insanları sevmeyi aklna bile getirme. Duydun mu beni? Sakın insanlara bağlanma ve tanıştıklarına karşı olabildiğince az şey hissetmeye çalış. Yoksa yavaş yavaş aklını yitirirsin…”

Matt Haıg’den ”Zamanı Durdurmanın Yolları”na dalmışken birden sert bir çarpmayla kendime geliyorum. Ve olduğum zaman akışına uzun bir iç çekişle merhaba diyorum, halbuki fazla değil bir dakika önce Central Park’ta yeşilliklerin arasındaydım.. Birbirini ite kalka ilerlemeye çalışan kalabalık, yabancılar, bebekler, kediler, köpekler, metrolar, taksiler, otobüsler, aktarma istasyonları, simitçiler, dilenciler, çiçekciler…Her gün görmeye alıştığım manzarayı gözüm kapalı bile bulabilirim. Hiçbirinin yeri değişmiyor, değişmesini bıraktım bir kenara yüzleri bile her gün aynı. Sert, kızgın, zaman zaman duygu yoksunu, tuhaf..Hızlı hızlı çıktığım merdivenler anlık olarak nefesimi kesiyor. Kendimi bildim bileli kalabalıkları sevmiyorum, geriliyorum, korkuyorum, kendimi yabancı gibi hissediyorum neyse ki bu duygunun anksiyete olduğunun farkındayım ve hızlı bir biçimde kontrolü ele alıyorum. Son  sürat adımlarım birbirinin önüne geçiyor, ofise geç kalmak istemiyorum, ya kalırsan diye beynimde bir ses yankılanıyor. Bir taraf ‘yemişim ofisini derken, öteki taraf hayır ben hep zamanında giderim diyor’ seslerin hangi ‘ben’ olduğunu artık anlayabiliyorum. Eskiden korkardım bu kadar doğrucu ve farklı kutuplarda ki bu seslerden, taaa ki bir gün psikoloji dersinde hocamızın bu durumun normal olduğunu belirtmesine kadar. Her neyse herkeste biraz delilik var zaten çokda korkutucu gelmiyor artık. Son bir yokuş, dört kat merdiven, elimde tıngırdayan anahtarlar ve kapıyı açıp son sürat içeri dalıyorum..

Bir, iki, üç, dört, beş yüz beş, beş yüz altı… Gördüklerime inanamıyorum, hayır bu defa gerçekten kafayı buldum diye kendi kendimi çimdikliyorum. Ofiste değilim. Ofiste değilim. Neresi burası, her yer yeşil her yer ağaç, küçük bir göl etrafında sıra sıra daire şeklinde banklar dizilmiş ama biri hariç geri kalan hepsi dolu. Bir adam var, şapkası yüzünü gizliyor görebildiğim tek şey elleri. Kırışık, soluk, damarları belirginleşmiş koca elleri.Rüyada mıyım acaba diye düşünüyorum, ama sonra saçmalama bu kadar gerçekci bir rüya olamaz diye tekrar düşünüyorum. Gözlerimi kapatıp tekrar gözden geçirmeye başlıyorum, metrodan indim, merdivenlerden çıktım, koştum, tekrar merdiven çıktım, anahtarlarımı çıkarrtım ve ofise girdim.. Gözlerimi hızla açıyorum, değişen tek şey adamın arkasına dönmeden tek eliyle bana işaret etmesi. Korka korka yanına yaklaşıp boğazımı temizliyorum, tamam kızım sakin ol deyip derin bir nefesi içime çekiyorum. Delilik ise sonuna kadar, geçen ay bıraktığım terapistim aklıma geliyor acaba verdiği o ilaçlar kafayı mı bulduruyordu? Zaten pekde sevimsizdi ya neysee..

-Bugün oturmayı düşünüyor musun?

-Ne, yani efendim?

-Ah şu zamane gençleri, gelde otur şöyle dikilip durma başımda.

Yaklaştıkça yaşlı adamın aslında çok fazla yaşlı olmadığını fark ediyorum, geçip tam yanına oturuyorum ve birden çığlık atmaya başlıyorum. Siz, siz ama sizzzz hayır hayır bu mümkün değil, bu imkansız, kesinlikle kafayı yiyorum, kesinlikle o ilaçlar yapıyor, derin bir nefes, ona kadar say, sonra uyan, bir iki,üç…

-Dışa bakan rüya görür, içe bakan uyanır..

Evet evet bu kitabı gerçekten çok seviyorum, Carl Gustav Jung’a da hayranım, bu sözünede ayrı bir hayranım ama tüm bunlar gerçek değil. Artık uyanmalıyım, gerçekten uyanmalıyım, Tanrım ne oluyor bana?

-ŞŞŞşş, tamam artık gözlerini açabilirsin çünkü bu bir rüya değil, ve ben gerçeğim ve bana hayran olduğun için teşekkür ederim. Şimdi vaktimiz kısıtlı o yüzden sus ve beni iyi dinle. Neden bu kadar çok üzgün ve kırgınsın? Her gece görüyorum seni, yüzün gülüyor ama gözlerine hiç yansımıyor?

Siz tüm bunları nasıl bilebirsiniz, ve her gece görüyorum seni derken?

-Sesini alçat çocuk, kulaklarım eskisi kadar sağlam değil, beni oraya sen koydun, tam olarak ikinci rafa soldan dördüncü sıraya, tam karşımdasın ve bende seni izliyorum. Şimdi anlat bakalım.

Öncelikle ben bir çocuk değilim ve Tanrımm gerçekten kafayı sıyırdım, ne yani şimdi siz bana kitabın kapağından beni izlediğinizi ve canlı olduğunuzu mu söylüyorsunuz? Nasıl bir delilik bu, kaçıncı boyuttayım.

-Neden bu kadar şaşırdığını anlayamıyorum ve evet şuan gerçek ve biz buradayız. Ve tekrar evet, canlıyız sadece ben değil, bütün kitap kapakları canlıdır, evrende ki herşey canlıdır, bizlerinde bir ruhu bir kişiliği var. O kadar kitap okumana rağmen daha zeki olmanı beklerdim, hayal kırıklığına uğradım.

Harika! Hayal kırıklığına uğratmadığım bir tek karton kapak kalmıştı, o da artık olduğuna göre ben gidebilirim. Kendi kendime söylenirken birden kolumun acısı ile kendime geldim, ne oluyor yahu, sizin gibi bir yaşlı beyefendiye yakışıyor mu çimdik atmak?

-Bugünün insanının tanrıları ve şeytanları kaybolmamış,

-”Yalnızca isimleri değişmiştir,” diye bitiriyorum cümlesini. Bay Jung hazır sizi bulmuşken tam olarak ne demek istediniz bu sözünüzde? Harika deliliğim ayrı bir boyuta evrilmişti, fırsattan istifade delilik de olsa sonuna kadar faydalanmak gerekirdi benim lügatımda.

-Dinle çocuk, İnsan bir muammadır. Bir yandan dış dünyanın beklentilerine göre üstümüze geçirdiğimiz, içine sığmaya çalışırken çekiştirip durduğumuz kıyafetler, öte yandan zihnimizin ürettiği düşünceler, biyolojimizin dayattığı dürtüler,uykumuz da bile duyduğumuz derinlerden gelen gümbürtüler.. Söyle bakalım sence insan ne?

Kekelemeye başladığımı fark ediyorum, sonra neden bu kadar heyecanladığımı düşünüyorum, sonuç olarak bu an gerçek değildi neden bu kadar stres yapıyordum ki? Derin bir nefes alıp söze başlamak istedim, sonuç olarak burada kimse beni yargılamazdı, aşağılamazdı, kandırmazdı, burada kimse beni incitemezdi.. Bay Jung bence insan hata yapandır, üzülendir, kırılandır, yalan söyleyendir, kandırandır, aynı zamanda mücadele edendir, affedendir, yeniden başlayandır, pes etmeyendir, bazen iyi, bazen kötü olandır, hem ağlayıp, hem gülebilendir, nefret ederken bile sevebilendir, sadakatli olan, zamanı gelince sadakatini satandır, bilgili olan zamana yenik düşünce kendisini unutandır, hem çok kötü hem de çok iyi olandır, kısacası insan herşeydir, bazılarının umudu, bazılarının lanetidir. Söylediklerime kısa bir kahkaha atıyorum, bunları söylerken etrafımda ki bütün olaylar kişiler sanki hortum gibi etrafımda dönüyorlarmış gibi hissettim, aynı zamanda rahatladım da. Teşekkür ederim, Bay Jung.

-Bende teşekkür ederim, çocuk. Unutma inanç ve neye inandığın, neyi kimi seçtiğin, hayatına kimleri alıp kimleri almadığın  çok önemlidir. ”Çağrılsın ya da çağrılmasın Tanrı vardır”.

Bay Jung, durun lütfen. Yavaşça arkasına dönüyor ve yüzüme bakıyor, -Ben Bay Freud’la başınıza gelenler için çok çok üzgünüm, diyorum. Usulca kafasını sallayıp, unutma insanın tanrılarının ve şeytanlarının yalnızca isimleri değişmiştir, diyor.

Freud ve Jung’ın ayrılığı her zaman bir muammadır. Her ne kadar krallıklar ve prensliklerinden söz edilsede benim naçizane fikrim şu şekilde; İstersek bir şeylerin babası veya kurucusu olalım, istersek ilk biz ortaya çıkartıp keşfedelim, iş insanların isim ve ünvan konumlarına geldiğinde hepimiz bir yerde birilerinin şeytanıyız..

”26 Mayıs 1907

Sevgili Meslektaşım

Yine de sakin olun , her şey olacak. Ben değilse bile siz her şeyi göreceksiniz. Dilleri anlaşılıncaya kadar beklemek zorunda kalan ilk kişiler biz değiliz.

Yürekten Hürmetkarınız,

Dr. Freud”