
Eski bir kırık sandalyenin gıcırtısıdır
Belki de insanı olmak istediği yere götüren.
İnsafsız sözcüklere kulaklarını tıkayalı yıllar geçmiş olsa da
Her defasında kimseye hesap vermeyişlerindir yakana astığın gülün.
Ve özlemlerindir, saçlarından alaşağı sızan sıcaklığın.
Bilmesini istemediklerimiz değil miydi, o en çok sevdiklerimiz
Ve görmekten kaçanlar değil miydi o en çok düşündüklerimiz?
Düşünmeyi düşünmekti, ne düşündüğünün özünün içine açıp bakabilmekti
Sonra söz vermekti kendine
Ve o sözü tutamamaktı.
Başının etini yercesine kendine söz geçirmeye çalışmak
Ama başaramamaktı.
Aklını tek bir yöne, sadece kalp atışlarının yönüne sabitlemekti,
Böyle olmaması gerektiğini bildiğin halde.
Onda kalmaktan anda kalamamaktı.
Yaptığın iş alıp seni götürsün isterdin,
Götürsün ki bitsin bu platonik mazoşizm.
Bir şeyin üstüne çok düştüğün yerde
Bir de bakmışsın ki kanatmışsın her yerini.
Ama acılar var olduğu sürece
İnsan olduğumuzu hatırlamayacak mıydık?
Kafanda bir sürü sesin panoramik konvoyu gelip seni yoklarken
Sakinleşip kendine sığınabilmek mümkün müydü,
Sığınıp da gerçeği başının altına koyduğun yastığına iliştirdiğin
Mercekte değerlendirebilesin?
Neredeydi aklın,
O sevgili aklın nerelerdeydi ki
Kalbini avuçlarına almışsın,
İzin vermişsin sevdanın kesiklerine?
Ama öğretecekler değil mi ve sen de öğreneceksin,
Hem kalbinde hem gözlerinde biriktirdiklerinle…